İyi Düşünün
Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi?
Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınız sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yayılın çimenlerin üzerine.....
Acele edin....
Er veya geç...
Çimenler yayılacak üzerinize...
5 Aralık 2009 Cumartesi
Can Dündar - Ödünç Hayatlar
Bahar bulaştı ya hayata, ağaca, suya, içimde öyle bir seyahat kımıldıyor ki, diren direnebilirsen...
Yüreğim bavulunu toplamış çoktan; ruhum sırtlamış çantasını...
"Uzaklar" çekiyor içimdeki seyyahın tasmasını...
Marianne Faithful sanki şarkı değil, derdimin nedenini söylüyor radyoda:
"Saçlarında ılık rüzgarla/spor bir araba sürerek, Paris'e hiç gitmediğini/ 37 yaşında fark etti".
Buket Uzuner, yaşayageldiği hayatın anlamsızlığını 37'nci yaşgününde idrak eden bir kadının öyküsünü anlatıyor "Karayel Hüznü"nde... Bıkkın kadın, doğum gününün sabahında, büyük boy bir beyaz kağıda kırmızı rujla şu notu yazıp bırakıyor evdekilere:
"Bugün benim doğum günüm/Değişiklik olsun diye bu kez/Size domuz kanından nefis bir çorba hazırladım/İçine de zehir kattım/Ben Alpler'e gidiyorum/Çünkü 37 yaşıma girdim ve hâlâ Alp Dağları'na gidemediğimi ayrımsadım/Kalırsam, asla gidemeyeceğimi anladım/kalırsam düşlerimi, arzularımı hep ertelemek zorunda kalacağımı da.../hoşçakalın".
* * *
"Yaşamak değil/Beni bu telaş öldürecek" dediği gibi şairin; o telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgârlara taratmayı saçlarımızı, sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...
Gözümüz saatte söyleştik hep, koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık. Hep yetişilecek bir yerler vardı, aranacak adamlar, yapılacak işler...
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı; başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesi ile uyanma düşlerini hababam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lara kurduk saatin alarmını, 30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere...
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize...
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda, söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda...
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz; vakti gelip sandıktan çıkardığınızda bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış...
* * *
Jorge Luis Borges'in derlediği Babil kitaplığında Papini'nin "Ödenmeyen Gün" adlı bir öyküsü vardır. Güzel bir prensesin başından geçenleri anlatır:
22 yaşındayken bu prensese bir beyefendi sürpriz bir teklifle gelir. Hasta kızı için gençlik yılları aradığını söyler ve "Bana gençliğinizden bir yıl ödünç verirseniz, ömrünüz sona ermeden onu gün gün size geri ödeyeceğim" der.
Prenses henüz o kadar gençtir ki, cömertçe gözden çıkarır bir yılı; ödünç verir beyefendiye... 23 yerine 24 yaşına basar o yıl yaşgününde...
Yıllar yılı hatırlamaz verdiği borcu... Ancak ne zaman ki 40 yaşını aşar ve o dillere destan güzelliği bozulmaya yüz tutar; arar beyefendiyi ve 365 günlük alacağını tek tek tahsil etmeye başlar. Özellikle balo günleri, bütün çizgileri yok olmuş bir yüzle ve körpe bir bedenle girer salonlara... Gece odasına sızmayı başaran aşıkları, gece yarısından sonra yüzünün nasıl kırıştığını hayretle gözlerler... Her gençleşmenin ardından uyanış anı daha acı verici olur. Çünkü yaşı ilerledikçe, o hali ile 23 yaşı arasındaki fark daha da açılır. Fark açıldıkça "bir gün, bir saat, bir an olsun" gençlik aşısını tatmak daha güzel gelir.
Ancak sayılı gün çabuk geçer. Kalan günlerini hoyratça harcayan prenses, geri isteyebileceği sadece bir günü kaldığını fark eder: "Bir günlük ışık, sonra sonsuza dek karanlık..."
Ateşli bir sevgilinin bütün bedenini okşaması için o tek günü özenle saklar. Bu son yaşam parasını harcamak için çılgınca bir istek duysa da kıyamaz bir türlü...
Nihayet evine gelip, öyküsünü dinleyen ve dizlerine kapanarak gençliğinin son gününü kendisiyle geçirmesi için yalvaran bir adamın teklifini kabul eder.
"O gün" geldiğinde adam, en şık elbisesi ve titreyen yüreğiyle açar bahçe kapısını... Kadının villasına girer, iki kişilik hazırlanmış masada mumların yandığını görür. Bir süre bekledikten sonra meraklanıp prensesin kapısını tıklatır. Yanıt gelmeyince açıp girer. Dört bir yana savrulmuş görkemli giysilerle dolu odada prenses aynanın karşısında bir kanepeye uzanmıştır. Yüzü bembeyazdır. Gençliğinin dönmesini beklerken son nefesini vermiştir prenses... Adam bu ani ölümün nedenini yerde bulduğu mektupta okur. Satırlar, borçlu beyefendiye aittir:
"Soylu prenses!.. Size borçlu olduğum son gençlik gününü geri veremeyeceğim için çok üzgünüm. (..) En derin bağlılığımla..."
* * *
Erikler, kirazlar, çileklerle çıkageldi mi Haziran, pupa yelken kıpırdanır içim...
Saçlarını ılık rüzgarlara salıp uzak başkentlere spor arabalar süren coşkulu kadınların şarkılarını dinlerim Haziran'da... Ardında veda mesajları bırakarak hep ertelediği düşlerinin peşisıra yüksek dağlara tırmanan öfkeli kadınların öykülerini okurum. Ve geleceğe ödünç verdiğim yaşanmamış günlerimin yasını tutarım sessiz sedasız...
Yaşam... O hepimize borçlu olan hergele, öder inşallah bir gün hesabını... Yaşarız ertelediklerimizi, "gençliğimizin son günü" çalınmadan elimizden...
Yüreğim bavulunu toplamış çoktan; ruhum sırtlamış çantasını...
"Uzaklar" çekiyor içimdeki seyyahın tasmasını...
Marianne Faithful sanki şarkı değil, derdimin nedenini söylüyor radyoda:
"Saçlarında ılık rüzgarla/spor bir araba sürerek, Paris'e hiç gitmediğini/ 37 yaşında fark etti".
Buket Uzuner, yaşayageldiği hayatın anlamsızlığını 37'nci yaşgününde idrak eden bir kadının öyküsünü anlatıyor "Karayel Hüznü"nde... Bıkkın kadın, doğum gününün sabahında, büyük boy bir beyaz kağıda kırmızı rujla şu notu yazıp bırakıyor evdekilere:
"Bugün benim doğum günüm/Değişiklik olsun diye bu kez/Size domuz kanından nefis bir çorba hazırladım/İçine de zehir kattım/Ben Alpler'e gidiyorum/Çünkü 37 yaşıma girdim ve hâlâ Alp Dağları'na gidemediğimi ayrımsadım/Kalırsam, asla gidemeyeceğimi anladım/kalırsam düşlerimi, arzularımı hep ertelemek zorunda kalacağımı da.../hoşçakalın".
* * *
"Yaşamak değil/Beni bu telaş öldürecek" dediği gibi şairin; o telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgârlara taratmayı saçlarımızı, sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...
Gözümüz saatte söyleştik hep, koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık. Hep yetişilecek bir yerler vardı, aranacak adamlar, yapılacak işler...
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı; başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesi ile uyanma düşlerini hababam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lara kurduk saatin alarmını, 30'larımızda 40'lara, belki sonra 50'lere...
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize...
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda, söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda...
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz; vakti gelip sandıktan çıkardığınızda bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış...
* * *
Jorge Luis Borges'in derlediği Babil kitaplığında Papini'nin "Ödenmeyen Gün" adlı bir öyküsü vardır. Güzel bir prensesin başından geçenleri anlatır:
22 yaşındayken bu prensese bir beyefendi sürpriz bir teklifle gelir. Hasta kızı için gençlik yılları aradığını söyler ve "Bana gençliğinizden bir yıl ödünç verirseniz, ömrünüz sona ermeden onu gün gün size geri ödeyeceğim" der.
Prenses henüz o kadar gençtir ki, cömertçe gözden çıkarır bir yılı; ödünç verir beyefendiye... 23 yerine 24 yaşına basar o yıl yaşgününde...
Yıllar yılı hatırlamaz verdiği borcu... Ancak ne zaman ki 40 yaşını aşar ve o dillere destan güzelliği bozulmaya yüz tutar; arar beyefendiyi ve 365 günlük alacağını tek tek tahsil etmeye başlar. Özellikle balo günleri, bütün çizgileri yok olmuş bir yüzle ve körpe bir bedenle girer salonlara... Gece odasına sızmayı başaran aşıkları, gece yarısından sonra yüzünün nasıl kırıştığını hayretle gözlerler... Her gençleşmenin ardından uyanış anı daha acı verici olur. Çünkü yaşı ilerledikçe, o hali ile 23 yaşı arasındaki fark daha da açılır. Fark açıldıkça "bir gün, bir saat, bir an olsun" gençlik aşısını tatmak daha güzel gelir.
Ancak sayılı gün çabuk geçer. Kalan günlerini hoyratça harcayan prenses, geri isteyebileceği sadece bir günü kaldığını fark eder: "Bir günlük ışık, sonra sonsuza dek karanlık..."
Ateşli bir sevgilinin bütün bedenini okşaması için o tek günü özenle saklar. Bu son yaşam parasını harcamak için çılgınca bir istek duysa da kıyamaz bir türlü...
Nihayet evine gelip, öyküsünü dinleyen ve dizlerine kapanarak gençliğinin son gününü kendisiyle geçirmesi için yalvaran bir adamın teklifini kabul eder.
"O gün" geldiğinde adam, en şık elbisesi ve titreyen yüreğiyle açar bahçe kapısını... Kadının villasına girer, iki kişilik hazırlanmış masada mumların yandığını görür. Bir süre bekledikten sonra meraklanıp prensesin kapısını tıklatır. Yanıt gelmeyince açıp girer. Dört bir yana savrulmuş görkemli giysilerle dolu odada prenses aynanın karşısında bir kanepeye uzanmıştır. Yüzü bembeyazdır. Gençliğinin dönmesini beklerken son nefesini vermiştir prenses... Adam bu ani ölümün nedenini yerde bulduğu mektupta okur. Satırlar, borçlu beyefendiye aittir:
"Soylu prenses!.. Size borçlu olduğum son gençlik gününü geri veremeyeceğim için çok üzgünüm. (..) En derin bağlılığımla..."
* * *
Erikler, kirazlar, çileklerle çıkageldi mi Haziran, pupa yelken kıpırdanır içim...
Saçlarını ılık rüzgarlara salıp uzak başkentlere spor arabalar süren coşkulu kadınların şarkılarını dinlerim Haziran'da... Ardında veda mesajları bırakarak hep ertelediği düşlerinin peşisıra yüksek dağlara tırmanan öfkeli kadınların öykülerini okurum. Ve geleceğe ödünç verdiğim yaşanmamış günlerimin yasını tutarım sessiz sedasız...
Yaşam... O hepimize borçlu olan hergele, öder inşallah bir gün hesabını... Yaşarız ertelediklerimizi, "gençliğimizin son günü" çalınmadan elimizden...
3 Aralık 2009 Perşembe
Can Dündar - Kırlangıcın Öyküsü
Fırtınadan sırılsıklam bir geceye uyuyup, ışıl ışıl bir bahar güneşine uyanınca insan, uzun sürmüş bir kış uykusunun mahmurluğundan silkinmişcesine diriliyor ruhu...
Yorgun bir yılın sonunda, denizin tuzlu dudaklarından öpmeye koştuğum bir sahil kasabasında, elektronik posta kutuma düştü "kırlangıcın öyküsü"...
Öyle güzel, öyle yalındı ki, yazarını da, kaynağını da bilmemenin riskine rağmen, o 8 - 10 satırdan çocuksu bir masal yapıp, bu yılbaşı, hediye sepetinize koymak geldi içimden...
* * *
"Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş.
Cesaretini toplayıp penceresine konmuş.
Önce olabildiğince dik durmuş,
Sonra gagasıyla cama vurmuş.
'-Tık... tık tık...'
Çok meşgulmüş adam... öfkeyle cama dönüp bakmış:
'-Kimmiş onu işinden alıkoyan?'
Kırlangıcın minik kalbinde amansız bir heyecan
Kırık sözcükler dökülmüş gagasından...
'-Hey adam, seni nicedir izliyorum.
Sorma nedenini, niçinini,
Ama galiba seni seviyorum'.
* * *
Şaşırmış adam,
'-Sen de nerden çıktın şimdi,
Tam aklımı toplayacakken bozdun işimi...'
Şöyle bir tüylerini kabartmış kırlangıç,
ve aklındaki planı çıtlatmış:
'-Aç pencereyi beni içeri al sen,
birlikte yaşayalım ebediyen...
hem sofrada ortağın olurum,
hem evde eğlencen'.
Parlamış adam:
'-Şuna da bakın neler diyor bu...
Haddini bil, hiç kuş insana aşık olur mu?'
'-Soğuklar başladı bak, üşüyorum dışarda.
Alırsan içeri, deva olurum yanlızlığına da...'
Hepten kızmış adam, kovmuş kırlangıcı camın önünden
'-Yürü git işine, yalnızlığımdan memnunum ben"
Bükmüş gagasını zavallı kırlangıç,
Uçmuş semaya doğru, kanadı kırık...
* * *
Gel zaman git zaman,
kırlangıçın hemen ardından,
bizim adamı pişmanlık basmış:
'-Hay aptal kafam, ben ne halt ettim,
ayağıma gelen fırsatı teptim'.
Sonra teselli etmiş yalnız kalbini:
'-Sıcaklar başlayınca gelir kırlangıcım.
Onu içeri alır yalnızlığımı paylaşırım".
Kış geçip de yaz gelince, yalnız adam başlamış beklemeye...
Ama sevdalısı uğramamış bile bir kere...
Akın akın gelen sürülere sormuş,
Onun kırlangıcından eser yokmuş.
Öyle üzülmüş ki, gidip bilge kişiye danışmış.
Hem kırlangıcı, hem kendi eşekliğini anlatmış
Bilge kişi almış adamın mesajını,
Lakin üzüntüyle sallamış başını:
"A benim yalnız oğlum. Ne kadar efkarlansan azdır.
Çünkü kırlangıçların ömrü 6 aydır".
* * *
Sırılsıklam bir geceye uyuyup, güneşli bir sabaha uyanınca insan, kabus gibi geçmiş bir yılın, ışıltılı yeni yıllara gebe olduğuna dair inancı tazeleniyor.
Hele yorgun bir yılın sonundaysanız,
denizin tuzlu dudaklarından öpmeye koştuğunuz şirin bir sahil kasabasında, dostların arasındaysanız...
Ve hele, posta kutunuza atılan mektuplar size "Bulduğun aşkların kıymetini bil" diyorsa...
Yorgun bir yılın sonunda, denizin tuzlu dudaklarından öpmeye koştuğum bir sahil kasabasında, elektronik posta kutuma düştü "kırlangıcın öyküsü"...
Öyle güzel, öyle yalındı ki, yazarını da, kaynağını da bilmemenin riskine rağmen, o 8 - 10 satırdan çocuksu bir masal yapıp, bu yılbaşı, hediye sepetinize koymak geldi içimden...
* * *
"Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş.
Cesaretini toplayıp penceresine konmuş.
Önce olabildiğince dik durmuş,
Sonra gagasıyla cama vurmuş.
'-Tık... tık tık...'
Çok meşgulmüş adam... öfkeyle cama dönüp bakmış:
'-Kimmiş onu işinden alıkoyan?'
Kırlangıcın minik kalbinde amansız bir heyecan
Kırık sözcükler dökülmüş gagasından...
'-Hey adam, seni nicedir izliyorum.
Sorma nedenini, niçinini,
Ama galiba seni seviyorum'.
* * *
Şaşırmış adam,
'-Sen de nerden çıktın şimdi,
Tam aklımı toplayacakken bozdun işimi...'
Şöyle bir tüylerini kabartmış kırlangıç,
ve aklındaki planı çıtlatmış:
'-Aç pencereyi beni içeri al sen,
birlikte yaşayalım ebediyen...
hem sofrada ortağın olurum,
hem evde eğlencen'.
Parlamış adam:
'-Şuna da bakın neler diyor bu...
Haddini bil, hiç kuş insana aşık olur mu?'
'-Soğuklar başladı bak, üşüyorum dışarda.
Alırsan içeri, deva olurum yanlızlığına da...'
Hepten kızmış adam, kovmuş kırlangıcı camın önünden
'-Yürü git işine, yalnızlığımdan memnunum ben"
Bükmüş gagasını zavallı kırlangıç,
Uçmuş semaya doğru, kanadı kırık...
* * *
Gel zaman git zaman,
kırlangıçın hemen ardından,
bizim adamı pişmanlık basmış:
'-Hay aptal kafam, ben ne halt ettim,
ayağıma gelen fırsatı teptim'.
Sonra teselli etmiş yalnız kalbini:
'-Sıcaklar başlayınca gelir kırlangıcım.
Onu içeri alır yalnızlığımı paylaşırım".
Kış geçip de yaz gelince, yalnız adam başlamış beklemeye...
Ama sevdalısı uğramamış bile bir kere...
Akın akın gelen sürülere sormuş,
Onun kırlangıcından eser yokmuş.
Öyle üzülmüş ki, gidip bilge kişiye danışmış.
Hem kırlangıcı, hem kendi eşekliğini anlatmış
Bilge kişi almış adamın mesajını,
Lakin üzüntüyle sallamış başını:
"A benim yalnız oğlum. Ne kadar efkarlansan azdır.
Çünkü kırlangıçların ömrü 6 aydır".
* * *
Sırılsıklam bir geceye uyuyup, güneşli bir sabaha uyanınca insan, kabus gibi geçmiş bir yılın, ışıltılı yeni yıllara gebe olduğuna dair inancı tazeleniyor.
Hele yorgun bir yılın sonundaysanız,
denizin tuzlu dudaklarından öpmeye koştuğunuz şirin bir sahil kasabasında, dostların arasındaysanız...
Ve hele, posta kutunuza atılan mektuplar size "Bulduğun aşkların kıymetini bil" diyorsa...
Can Dündar - Acının Kanatları
Dostoyevski'nin hayatını değiştiren olay neydi biliyor musunuz?
Kendi idam sahnesi...
Çar'ın baskı döneminde, arkadaşlarıyla bir sohbet grubu kurmuştu. Yakalandı. 28 yaşında idam isteğiyle yargılandı.
Mahkemenin sonucunu beklediği gece hücresinden alındı. Ölüm kararı yüzüne karşı okundu. Papaz günah çıkarttırdı. Gözleri kapalı olarak bir direğe bağlanıp, müfreze karşısına geçirildi.
"Ateş" emrini beklerken gerçek karar bildirildi kendisine...
Aslında mahkeme 8 yıl hapis vermiş, Çar bunu 4 yıla indirmişti; ama ona ders olsun diye böyle bir gösteri planlanmıştı.
Böylece "ölüm"le tanıştı; oysa bu sefil oyunda asıl keşfettiği şey, "yaşam"dı.
Stefan Zweig'a göre 4 yıl sonra yaralı parmaklarından zincirleri çıkardıkları zaman sağlığı bozulmuş, şöhreti uçup gitmişti, ama kırık dökük bedeninden her zamankinden daha parlak fışkıran tek bir şey vardı:
Yaşama sevinci...
Durumu en iyi anlatan cümle Nietzsche'nindir:
"Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar".
* * *
Evet, gemimiz su alıyor!
Daha iki ay evvel, mutluluk diyarına doğru pupa yelken yol aldığını düşündüğümüz o emektar vapurun gürültüyle batmakta olduğuna inanıyoruz şimdi...
Halbuki iki ay evvelki sevinç dalgası kadar bugünkü kasvet tufanı da aldatıcı...
Yegane gerçek şu:
Bu gemi su alıyor.
Batmamak için de yenilenmek durumunda...
Bu gerçeği görebilmek, maziyle yüzleşebilmek, sahip olduklarımızın kıymetini anlayabilmek için bugünkü acıları çekmemiz gerekiyordu.
Zamanla o sancılar olgunlaştıracak bizi... acının bilgeliği, gözümüzdeki mili çekip alacak.
Göreceğiz ki çare, kafileler halinde suya atlamak değil, gemiyi baştan aşağı yenilemektir.
Umutsuzluk her yanı kuşattığında, umudun vakti gelmiş demektir.
* * *
Sözü yeniden Nitzsche'ye bırakalım:
"Bilginin her türü ıstıraptan gelir. Sefahat, duraklamak ve geriye bakmamak eğilimindedir, oysa acı hep nedenleri sorar. İnsan ağrılarda incelir. Sürekli kurcalayan, törpüleyen acı, ruhun toprağını altüst eder. Yeni düşünce meyveleri için gerekli havalandırmayı sağlayan da bu altüst oluştur".
* * *
Keşke kalemim yaralarınıza ümidin merhemini sürebilecek kadar güçlü olsa..
Keşke şu 20 - 30 satır, dağıtabilse bezginliğinizi; sözcüklerim dertlerinizden azat edebilse sizi...
Bu yazı, bunları yapamasa da şunu söyleyebilir:
Artık finali gördük; infaz mangasının önünden döndük.
Şimdi hayatı daha iyi tanıyoruz. Ona, yeni doğmuş bir bebeğin memeye sarıldığı andaki kadar tutkuyla sarılabiliriz yeniden...
2011 yılı geldiğinde geriye dönüp şöyle diyeceğiz:
"Yıl 2001'di, hiç unutmam; acılarımız o yıl başlamıştı. Her şeyin bittiğini sanıyorduk. Meğer kurtuluşun başladığı tarihmiş.
Acılarımızdan feyz alarak, onlarla kanatlanarak silkindik suskunluğumuzdan... Ayakta durmaya mecali kalmamış köhne bir sistemi değiştirmeye o yıl başladık. Yaralı parmaklarımızdan zincirleri çıkardıklarında yaşama sevincimizi hala kaybetmemiştik.
O sayede kederimizin üstesinden geldik. Ve kaderimizi yendik".
Kendi idam sahnesi...
Çar'ın baskı döneminde, arkadaşlarıyla bir sohbet grubu kurmuştu. Yakalandı. 28 yaşında idam isteğiyle yargılandı.
Mahkemenin sonucunu beklediği gece hücresinden alındı. Ölüm kararı yüzüne karşı okundu. Papaz günah çıkarttırdı. Gözleri kapalı olarak bir direğe bağlanıp, müfreze karşısına geçirildi.
"Ateş" emrini beklerken gerçek karar bildirildi kendisine...
Aslında mahkeme 8 yıl hapis vermiş, Çar bunu 4 yıla indirmişti; ama ona ders olsun diye böyle bir gösteri planlanmıştı.
Böylece "ölüm"le tanıştı; oysa bu sefil oyunda asıl keşfettiği şey, "yaşam"dı.
Stefan Zweig'a göre 4 yıl sonra yaralı parmaklarından zincirleri çıkardıkları zaman sağlığı bozulmuş, şöhreti uçup gitmişti, ama kırık dökük bedeninden her zamankinden daha parlak fışkıran tek bir şey vardı:
Yaşama sevinci...
Durumu en iyi anlatan cümle Nietzsche'nindir:
"Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar".
* * *
Evet, gemimiz su alıyor!
Daha iki ay evvel, mutluluk diyarına doğru pupa yelken yol aldığını düşündüğümüz o emektar vapurun gürültüyle batmakta olduğuna inanıyoruz şimdi...
Halbuki iki ay evvelki sevinç dalgası kadar bugünkü kasvet tufanı da aldatıcı...
Yegane gerçek şu:
Bu gemi su alıyor.
Batmamak için de yenilenmek durumunda...
Bu gerçeği görebilmek, maziyle yüzleşebilmek, sahip olduklarımızın kıymetini anlayabilmek için bugünkü acıları çekmemiz gerekiyordu.
Zamanla o sancılar olgunlaştıracak bizi... acının bilgeliği, gözümüzdeki mili çekip alacak.
Göreceğiz ki çare, kafileler halinde suya atlamak değil, gemiyi baştan aşağı yenilemektir.
Umutsuzluk her yanı kuşattığında, umudun vakti gelmiş demektir.
* * *
Sözü yeniden Nitzsche'ye bırakalım:
"Bilginin her türü ıstıraptan gelir. Sefahat, duraklamak ve geriye bakmamak eğilimindedir, oysa acı hep nedenleri sorar. İnsan ağrılarda incelir. Sürekli kurcalayan, törpüleyen acı, ruhun toprağını altüst eder. Yeni düşünce meyveleri için gerekli havalandırmayı sağlayan da bu altüst oluştur".
* * *
Keşke kalemim yaralarınıza ümidin merhemini sürebilecek kadar güçlü olsa..
Keşke şu 20 - 30 satır, dağıtabilse bezginliğinizi; sözcüklerim dertlerinizden azat edebilse sizi...
Bu yazı, bunları yapamasa da şunu söyleyebilir:
Artık finali gördük; infaz mangasının önünden döndük.
Şimdi hayatı daha iyi tanıyoruz. Ona, yeni doğmuş bir bebeğin memeye sarıldığı andaki kadar tutkuyla sarılabiliriz yeniden...
2011 yılı geldiğinde geriye dönüp şöyle diyeceğiz:
"Yıl 2001'di, hiç unutmam; acılarımız o yıl başlamıştı. Her şeyin bittiğini sanıyorduk. Meğer kurtuluşun başladığı tarihmiş.
Acılarımızdan feyz alarak, onlarla kanatlanarak silkindik suskunluğumuzdan... Ayakta durmaya mecali kalmamış köhne bir sistemi değiştirmeye o yıl başladık. Yaralı parmaklarımızdan zincirleri çıkardıklarında yaşama sevincimizi hala kaybetmemiştik.
O sayede kederimizin üstesinden geldik. Ve kaderimizi yendik".
Can Dündar - Nergis
“Neyi arıyorsan sen O'sun" der Mevlana...
Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...
Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.
Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü...
Her aşkta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerlerimizdir.
Resimlerini yanyana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...
Aşk denilen kaleydoskobun buzlucamına gözünüzü dayadığınızda, binbir camın rengarenk ışıklar saçarak döndüğünü ve her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça...
Aşklarınız hülasanızdır.
Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın, farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam parçalar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz...
Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin ısınız...
Yoksa hâlâ bir sevdiceğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...
* * *
Aşk, narsizmdir.
Kendimiziz her aşkta arayıp durduğumuz, peşinde olduğumuz...
Bir omza sığınmanın şefkatinde de, bir göğsü dişlemenin şehvetinde de kendimize açılan kapılar var.
Sevda, çevrildikçe içimizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.
Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.
* * *
Narcissus'u bilirsiniz:
Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya doyamazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü... uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...
Yeryüzünün en güzel insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş.
Narcissus, nergis olmuş.
* * *
Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize...
Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içindeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin, baharın elinizde olduğunu unutmadan...
Gözlerinizdeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin!
Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...
Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...
Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.
Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü...
Her aşkta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerlerimizdir.
Resimlerini yanyana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...
Aşk denilen kaleydoskobun buzlucamına gözünüzü dayadığınızda, binbir camın rengarenk ışıklar saçarak döndüğünü ve her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça...
Aşklarınız hülasanızdır.
Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın, farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam parçalar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz...
Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin ısınız...
Yoksa hâlâ bir sevdiceğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...
* * *
Aşk, narsizmdir.
Kendimiziz her aşkta arayıp durduğumuz, peşinde olduğumuz...
Bir omza sığınmanın şefkatinde de, bir göğsü dişlemenin şehvetinde de kendimize açılan kapılar var.
Sevda, çevrildikçe içimizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.
Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.
* * *
Narcissus'u bilirsiniz:
Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya doyamazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü... uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...
Yeryüzünün en güzel insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş.
Narcissus, nergis olmuş.
* * *
Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize...
Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içindeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin, baharın elinizde olduğunu unutmadan...
Gözlerinizdeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin!
Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...
Can Dündar - Ölmeyi öğrendiğinde yaşamayı da öğrenmişsin demektir!
Bir dönem dünyayı sallamış bir efsane grup için ne hazin final!..
Kurucularını çoktan toprağa vermişlerdi.
Artık birbirlerini görmüyorlardı bile...
"En küçükleri"nin ölüm döşeğinde buluştular son kez...
Kim bilir nelerden konuştular.
Çıkan ikili, gözyaşlarını sildi gizlice...
Kalan, ölüm için saat saymaya devam etti.
* * *
Beatles'ın en genç üyesi (58) George Harrisson'ın beklenen ölümü bana Mori'yi hatırlattı.
Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörü...
1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş. Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış:
Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş: Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş.
Düşünmüş o zaman:
"Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?"
Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş.
Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış.
* * *
Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni" düzenlemiş.
Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce cevap verme şansını yaratmış.
ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne kavuşmuş.
Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja gelen insanlar ona "son yolculuk"u sormaya başlamışlar.
Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı.
(Mitch Albom, "Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları", Boyner Y. 1997) Birbirinden ilginç o yanıtlardan benim aklımda kalan ders şu oldu:
"Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez. Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık. İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor:
'- O gün, bugün mü? Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş, araba ve ev taksitleri... hayattan istediğim şey bu mu?'"
* * *
"Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın" diyor Mori...
"- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin?" sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor:
"- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim. Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim. Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim".
* * *
Sizin bunları yapacak vaktiniz var.
Bütün yapmanız gereken arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak:
"Bugün mü küçük kuş, bugün mü?.."
Kurucularını çoktan toprağa vermişlerdi.
Artık birbirlerini görmüyorlardı bile...
"En küçükleri"nin ölüm döşeğinde buluştular son kez...
Kim bilir nelerden konuştular.
Çıkan ikili, gözyaşlarını sildi gizlice...
Kalan, ölüm için saat saymaya devam etti.
* * *
Beatles'ın en genç üyesi (58) George Harrisson'ın beklenen ölümü bana Mori'yi hatırlattı.
Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörü...
1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş. Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış:
Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş: Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş.
Düşünmüş o zaman:
"Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?"
Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş.
Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış.
* * *
Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni" düzenlemiş.
Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce cevap verme şansını yaratmış.
ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne kavuşmuş.
Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja gelen insanlar ona "son yolculuk"u sormaya başlamışlar.
Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı.
(Mitch Albom, "Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları", Boyner Y. 1997) Birbirinden ilginç o yanıtlardan benim aklımda kalan ders şu oldu:
"Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez. Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık. İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor:
'- O gün, bugün mü? Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş, araba ve ev taksitleri... hayattan istediğim şey bu mu?'"
* * *
"Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın" diyor Mori...
"- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin?" sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor:
"- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim. Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim. Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim".
* * *
Sizin bunları yapacak vaktiniz var.
Bütün yapmanız gereken arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak:
"Bugün mü küçük kuş, bugün mü?.."
Nazım Hikmet - HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN !
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.Sen kendini paralarken ,o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır.Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin.Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin,düşündün,şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayati ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil.Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını baliğin yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası... Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun as olan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler,ya da bilip de duymayanlar acıtsa da İçini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
Nazım Hikmet...
Nazım Hikmet...
Hayat - Nietzsche
Gidene kal demeyeceksin. ..
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır.
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,
yoksa değersiz olan hepsen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..
Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum,
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.
Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır.
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,
yoksa değersiz olan hepsen olursun...
Düşün...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..
Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum,
Oynadım.
Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.
Telafi Edilemeyen 4 Şey !!!!
Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir bayan uçağına binmek üzere bekliyordu
Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı.
Dinlenmek ve kitabını okumak için VIP salonunda bir koltuğa yerleşti.
Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumağa başladı.
Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve:
“Sinir birşey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı onu yumruklardım!” diye düşündü.
Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu.
Nihayet son kurabiye kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü.
Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi
Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi.
Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu.
Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu.
Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı
Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu.
Özür dileme olanağı da kalmamıştı.
Telafi edemeyeceğiniz dört durum vardır.
Taş... atıldıktan sonra!
Söz... ağızdan çıktıktan sonra!
Fırsat... kaçtıktan sonra!
Zaman... geçtikten sonra!
değer verdiğin insanlar,sana değer vermiyorsa,bırak kendi değeriyle kalsınlar...
Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı.
Dinlenmek ve kitabını okumak için VIP salonunda bir koltuğa yerleşti.
Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu; dergisini açıp okumağa başladı.
Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Bayan çok rahatsız hissetti kendisini ve:
“Sinir birşey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı onu yumruklardım!” diye düşündü.
Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu.
Nihayet son kurabiye kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü.
Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi
Aaaa! Bu kadarı da fazla! Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi.
Uçaktaki koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu.
Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu.
Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı
Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu.
Özür dileme olanağı da kalmamıştı.
Telafi edemeyeceğiniz dört durum vardır.
Taş... atıldıktan sonra!
Söz... ağızdan çıktıktan sonra!
Fırsat... kaçtıktan sonra!
Zaman... geçtikten sonra!
değer verdiğin insanlar,sana değer vermiyorsa,bırak kendi değeriyle kalsınlar...
YAŞAM İÇİN ÖNERİLER!!
Kepekli pirinçten çok ye.
İnsanlara beklediklerinden daha çok şey ver ve bunu zevk alarak yap.
En sevdiğin şiiri ezberle.
Dinlediğin her şeye inanma, sahip olduğun her şeyi harcama ve istediğin kadar uyuma.
'Seni seviyorum' dediğinde, cidden söyle.
Üzgünüm dediğinde, o kişinin gözlerinin içine bak.
Evlenmeden önce en az 6 ay nişanlı kal.
İlk bakışta aşka inan.
Başkalarının düşleriyle asla alay etme.
Tutkuyla ve derinden sev. Sonradan yara alabilirsin belki, ama hayatı komple yaşamanın tek yolu budur.
Anlaşmazlık durumlarında, dürüst ol.
Kimseyi kırma, hakaret etme.
İnsanları akrabalarına göre yargılama.
Yavaş konuş, ama hızlı düşün.
Biri sana, yanıt vermek istemediğin bir soru yöneltirse, gülümse ve en büyük aşkın ve en büyük başarıların daha büyük riskleri olduğunu hatırla.
Anneni ara.
Biri hapşırdığında 'çok yaşa' de.
Kaybettiğinde, ders al.
3 'S'yi unutma: Kendine Saygı; başkalarına Saygı; herşeyde Sorumluluk.
Küçük bir anlaşmazlığın büyük bir arkadaşlığı bozmasına izin verme.
Hata yaptığını farkettiğinde, onu hemen düzelt.
Telefona cevap verirken gülümse.Seni arayan kişi bunu sesinden anlayacaktır.
Konuşmaktan, sohbetten hoşlanan bir kadın/erkekle evlen.
Yaşlandığınızda, konuşma yeteneğiniz her şeyden daha önemli olacak.
Biraz yalnız kal.
Değişikliklere kucak aç, ama değerlerini yitirme.
Suskunluğun, bazen, en iyi yanıt olduğunu unutma.
Daha çok kitap oku, daha az televizyon seyret.
İyi ve saygın bir hayat sür. İleride, yaşlandığında ve geçmişi hatırladığında, bir kez daha nasıl zevk aldığını göreceksin.
Allah`a güven ama arabanı kilitle. (Deveni bağla sonra tevekkül et).
Evde sevgi dolu bir atmosfer önemlidir.
Huzurlu ve uyumlu bir ortam yaratmak için elinden geleni yap.
Sevdiklerinle anlaşmazlığa düştüğünde, o anki duruma önem ver.
Geçmişte çok yaşama.
Satırlar arasını oku.
Bildiklerini paylaş. Ölümsüzlüğü elde etmenin bir yoludur.
Gezegenimize karşı nazik ol.
Dua et. Duada, ölçülemeyecek bir güç saklıdır.·
Sana sevgi gösterisinde bulunan birini engelleme.
Başkalarının işine burnunu sokma.
Onu öperken gözlerini kapatmayan bir kadın/erkeğe güvenme.
Yılda bir kez hiç gitmediğin bir yere git.
Çok para kazanıyorsan eğer, hayattayken, başkalarına yardım et. Bu, Şansın sana verebileceği en büyük tatmindir. Unutma, istediklerini elde edememek, bazen büyük bir şanstır.
Bütün kuralları öğren, sonra bazılarına uyma.
İki insan arasındaki aşkın birbirine duydukları gereksinimden daha büyük olduğu ilişkinin, en iyi ilişki olduğunu unutma.
Başarını, onu elde etmek için vazgeçmek zorunda kaldığın şeylere bağlantılı olarak değerlendir.
İnsanlara beklediklerinden daha çok şey ver ve bunu zevk alarak yap.
En sevdiğin şiiri ezberle.
Dinlediğin her şeye inanma, sahip olduğun her şeyi harcama ve istediğin kadar uyuma.
'Seni seviyorum' dediğinde, cidden söyle.
Üzgünüm dediğinde, o kişinin gözlerinin içine bak.
Evlenmeden önce en az 6 ay nişanlı kal.
İlk bakışta aşka inan.
Başkalarının düşleriyle asla alay etme.
Tutkuyla ve derinden sev. Sonradan yara alabilirsin belki, ama hayatı komple yaşamanın tek yolu budur.
Anlaşmazlık durumlarında, dürüst ol.
Kimseyi kırma, hakaret etme.
İnsanları akrabalarına göre yargılama.
Yavaş konuş, ama hızlı düşün.
Biri sana, yanıt vermek istemediğin bir soru yöneltirse, gülümse ve en büyük aşkın ve en büyük başarıların daha büyük riskleri olduğunu hatırla.
Anneni ara.
Biri hapşırdığında 'çok yaşa' de.
Kaybettiğinde, ders al.
3 'S'yi unutma: Kendine Saygı; başkalarına Saygı; herşeyde Sorumluluk.
Küçük bir anlaşmazlığın büyük bir arkadaşlığı bozmasına izin verme.
Hata yaptığını farkettiğinde, onu hemen düzelt.
Telefona cevap verirken gülümse.Seni arayan kişi bunu sesinden anlayacaktır.
Konuşmaktan, sohbetten hoşlanan bir kadın/erkekle evlen.
Yaşlandığınızda, konuşma yeteneğiniz her şeyden daha önemli olacak.
Biraz yalnız kal.
Değişikliklere kucak aç, ama değerlerini yitirme.
Suskunluğun, bazen, en iyi yanıt olduğunu unutma.
Daha çok kitap oku, daha az televizyon seyret.
İyi ve saygın bir hayat sür. İleride, yaşlandığında ve geçmişi hatırladığında, bir kez daha nasıl zevk aldığını göreceksin.
Allah`a güven ama arabanı kilitle. (Deveni bağla sonra tevekkül et).
Evde sevgi dolu bir atmosfer önemlidir.
Huzurlu ve uyumlu bir ortam yaratmak için elinden geleni yap.
Sevdiklerinle anlaşmazlığa düştüğünde, o anki duruma önem ver.
Geçmişte çok yaşama.
Satırlar arasını oku.
Bildiklerini paylaş. Ölümsüzlüğü elde etmenin bir yoludur.
Gezegenimize karşı nazik ol.
Dua et. Duada, ölçülemeyecek bir güç saklıdır.·
Sana sevgi gösterisinde bulunan birini engelleme.
Başkalarının işine burnunu sokma.
Onu öperken gözlerini kapatmayan bir kadın/erkeğe güvenme.
Yılda bir kez hiç gitmediğin bir yere git.
Çok para kazanıyorsan eğer, hayattayken, başkalarına yardım et. Bu, Şansın sana verebileceği en büyük tatmindir. Unutma, istediklerini elde edememek, bazen büyük bir şanstır.
Bütün kuralları öğren, sonra bazılarına uyma.
İki insan arasındaki aşkın birbirine duydukları gereksinimden daha büyük olduğu ilişkinin, en iyi ilişki olduğunu unutma.
Başarını, onu elde etmek için vazgeçmek zorunda kaldığın şeylere bağlantılı olarak değerlendir.
Dedim Dünya 2 Kişilik!
--Davetiyeler,odalar ve localar iki kişilik
Ya tek gidersin bir koltukta ya da biletler iki kişilik
Ya tek kişiliktir bir yatak ya da yalnız yatılmaz iki kişilik
--Ya tek taraflıdır bir aşk, o da sever ise iki kişilik
Başka kaç kişiyi seversen sev,bir sevda iki kişilik
Hele başbaşa bir akşamda masalar hep iki kişilik
--Peki "sen kimsin?" dediler bana...
Dedim üçüncü tekil kişilik.
Peki "dostluk var mı dünyada?" dediler bana...
Dedim DÜNYA İKİ KİŞİLİK.
Çocuktuk,çoktuk oysa...!
ÇOK ÜZGÜNÜM ŞİMDİLİK....!!!
Ya tek gidersin bir koltukta ya da biletler iki kişilik
Ya tek kişiliktir bir yatak ya da yalnız yatılmaz iki kişilik
--Ya tek taraflıdır bir aşk, o da sever ise iki kişilik
Başka kaç kişiyi seversen sev,bir sevda iki kişilik
Hele başbaşa bir akşamda masalar hep iki kişilik
--Peki "sen kimsin?" dediler bana...
Dedim üçüncü tekil kişilik.
Peki "dostluk var mı dünyada?" dediler bana...
Dedim DÜNYA İKİ KİŞİLİK.
Çocuktuk,çoktuk oysa...!
ÇOK ÜZGÜNÜM ŞİMDİLİK....!!!
Bir Kadının Erkeği Olmak İstemiştim!
Bir kadının erkeği olmak istemiştim, ömür boyu.
Ama öyle sıradan bir kadının değil,
Özel bir kadının erkeği olmak.
Sadece güzellikle işim olmaz,
Ön yargılarla da.
Kim demiş ki
Erkekler aptal kadın ister diye,
Ben çok zeki bir kadının
Erkeği olmak istedim,
O kadar zeki olsun ki hem,
Neyi niçin yaptığımı da
O kendiliğinden anlasın istedim,
"Vallahi billahi" ile başlayan
açıklamalar yapmak zorunda
Kalmayacağım bir kadının
Erkeği olmak istedim
O kadar zeki olsun ki
Benimle oynadığı oyunlarda
beni yensin istedim.
Bazı kadınlar anlatırlar ya
Tavlada eşlerini nasıl yendiklerini,
işte o da güzeldir ama,
Tavla zar işi...
Ben öyle bir kadın istedimki
Satranç tahtasını bana dar etsin,
Fillerimi, atlarımı
Önüne katıp kovalasın istedim,
Beni o kadın mat etsin istedim...
Ben öyle özel bir kadın istedim ki,
Sığınmasın,
Ağlaşmasın,
Benden minnet beklemesin,
Hepsini söke söke
kendi yapsın istedim,
Kim demiş ki,
Erkekler sığınacakları bir kadın istemez,
Ben omzunda ağlayacağım bir kadın istedim.
Ama beni buna pişman etmeyecek,
O göz yaşlarının zayıflık değil,
Duygu seli olduğunu bilen
ve "Göz yaşına kurban olurum senin"
diyebilecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Hamarat olsun istedim tabi ki,
Benide ateşlesin,
Yapmadığım ötelediğim işleri
bana yaptırsın istedim,
Ama öyle
klasik kadın yöntemi ile
kafamın etini yiyerek,
dırdır ederek değil,
Bana örnek olarak,
Beni utandırarak yapsın istedim bunu...
Yetenekli bir kadın olsun istedim,
Gerektiğinde hani,
Benim elim bir türlü değmemişse
bozuk prize,
eline tornavidayı alabilecek
bir kadın olsun istedim.
Yardımsever bir kadın olsun istedim,
Kendi parasınıda kazanan
bir kadın olsun ama..
Benim verdiğim paralardan da
zulaya atsın bir şeyler,
fakat o paralarla
mesela birilerine yardım etsin,
Sonra da bunu bana anlatsın istedim..
ki böylece, benimde zengin gönlümüm
yardımseverliğimin değerinide anlayabilecek bir kadın olsun istedim.
O ay bütçede verdiğim açığın sebebi için
kafamın etini yemesin
birine el uzattığımı anlasın istedim...
Delikanlı bir kadının erkeği olmak istedim,
Hani,
Koy yüz erkeğin içine
Kızoğlan kız çıkanından...
Sokakta biri laf attığında,
Çantayı kafasına geçireninden olsun istedim.
Şöyle gözüpek bir kadın.
Kadınsı bir kadın istedim,
Delikanlılık kalbinde olsun ama...
Kendisi çok afilli bir kadın olsun istedim,
Albenisi yüksek bir kadın yani,
Çok bakımlı,
Vücuduna saygısı olan,
Kendine özen gösteren
bir kadının erkeği olmak istedim,
Bir gören ,
Gördüğü anda şöyle yamulup kalsın yani..
işte öyle bir kadın olsun İstedim,
Kıskançlıkta yapabilirim bu durumda tabi ki,
İşte bunu da hoş görecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Bana şiriler, öyküler yazdıracak kadar
Ruhumda fırtınalar koparacak,
Şiirlerimi ezberleyecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Sinirli olduğumda üstüme gelmeyecek,
Ama sonradan canıma okuyacak
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben kendi falına baktırmak için
Elinde fincanla dolaşan değil,
Benim kahve falıma bakacak,
Falımda bana bir kadın çıkarıp
Sonra da...
"Kim bu kadın bakayım" diye
Şakadan hesap soracak
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Kapris yapmayanı olurmu demeyin,
Ben vallahi kapris yapmayacak
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben,
Kanaatkar, tok gözlü, bir kadının
Erkeği olmak istedim,
Öyle bana,
"Ayşe hanımın kocası ne almış biliyormusun"
Demeyecek bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben zenginliğide tatmış
Ama günü geldiğinde bütün o serveti
Elinin tersi ile itmiş,
Gerçekten soğan ekmek yenecek günlerde de
Bana destek olabilecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Ben derdimi anlatmak istemediğimde
Beni deşebilecek...
Ama bunu,
Beni sıkmadan yapabilecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Ben,
Onurum için mesela,
Rütbe ve makamlarımı terk etmek istediğimde,
"Ama biz ne olacağız, nasıl geçineceğiz" demeyen,
"Aslanım benim seninle gurur duyuyorum"
Diyebilecek bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben bir eşi, ya da sevgiliyi
Sadece geleceğinin garantisi,
Huzur ve güvenin timsali olarak görmeyen,
Aşkın kıymetini bilen bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben,
Kural tanımayan,
Toplum kurallarının aşkı zehirlediğini bilen..
Aşkı için hani tahtını da bırakabilecek,
Her şeyi ve herkesi,
Elinin tersi ile itebilecek
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben cilveli, işveli bir kadının
Erkeği olmak istedim,
Sokakta ve bir mecliste tam bir hanımefendi,
Geceleri ise...
Koynumda bir yosma olabilecek
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben,
Sır tutabilecek bir kadının,
Ben,
Halden anlayacak bir kadının
Erkeği olmak istedim...
Şefkatli olsun istedim ben o kadını,
Yeri geldiğinde anne gibi olabilecek,
Mesela,
Ben uyurken üstümü örtecek bir kadın olsun istedim,
ve örtüp gitmesin hemen,
Birde uykumda yanağımdan öpsün istedim..
Ben,
Bir söylüyorsam sevdiğimi,
İki defa söyleyen olsun istedim.
Durup durup sarılan,
Yanağımdan makas alan bir kadın istedim.
Ben yıldızları birlikte seyredebileceğim...
Dizine yatabileceğim
ve o sırada saçımı okşayacak
Bir kadının erkeği olmak istedim
Ben sofrada mum yakabilecek,
Şarkımız çaldığında
Gözümün içine bakıp gülümseyecek,
Yatmadan önce her gece
Beni dansa kaldırabilecek
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben böyle istedim işte dostlar
Ben de böyleyim,
Var biliyorum...
Siz ne olur
Yerini söyleyin....
MUZAFFER ALPER
Ama öyle sıradan bir kadının değil,
Özel bir kadının erkeği olmak.
Sadece güzellikle işim olmaz,
Ön yargılarla da.
Kim demiş ki
Erkekler aptal kadın ister diye,
Ben çok zeki bir kadının
Erkeği olmak istedim,
O kadar zeki olsun ki hem,
Neyi niçin yaptığımı da
O kendiliğinden anlasın istedim,
"Vallahi billahi" ile başlayan
açıklamalar yapmak zorunda
Kalmayacağım bir kadının
Erkeği olmak istedim
O kadar zeki olsun ki
Benimle oynadığı oyunlarda
beni yensin istedim.
Bazı kadınlar anlatırlar ya
Tavlada eşlerini nasıl yendiklerini,
işte o da güzeldir ama,
Tavla zar işi...
Ben öyle bir kadın istedimki
Satranç tahtasını bana dar etsin,
Fillerimi, atlarımı
Önüne katıp kovalasın istedim,
Beni o kadın mat etsin istedim...
Ben öyle özel bir kadın istedim ki,
Sığınmasın,
Ağlaşmasın,
Benden minnet beklemesin,
Hepsini söke söke
kendi yapsın istedim,
Kim demiş ki,
Erkekler sığınacakları bir kadın istemez,
Ben omzunda ağlayacağım bir kadın istedim.
Ama beni buna pişman etmeyecek,
O göz yaşlarının zayıflık değil,
Duygu seli olduğunu bilen
ve "Göz yaşına kurban olurum senin"
diyebilecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Hamarat olsun istedim tabi ki,
Benide ateşlesin,
Yapmadığım ötelediğim işleri
bana yaptırsın istedim,
Ama öyle
klasik kadın yöntemi ile
kafamın etini yiyerek,
dırdır ederek değil,
Bana örnek olarak,
Beni utandırarak yapsın istedim bunu...
Yetenekli bir kadın olsun istedim,
Gerektiğinde hani,
Benim elim bir türlü değmemişse
bozuk prize,
eline tornavidayı alabilecek
bir kadın olsun istedim.
Yardımsever bir kadın olsun istedim,
Kendi parasınıda kazanan
bir kadın olsun ama..
Benim verdiğim paralardan da
zulaya atsın bir şeyler,
fakat o paralarla
mesela birilerine yardım etsin,
Sonra da bunu bana anlatsın istedim..
ki böylece, benimde zengin gönlümüm
yardımseverliğimin değerinide anlayabilecek bir kadın olsun istedim.
O ay bütçede verdiğim açığın sebebi için
kafamın etini yemesin
birine el uzattığımı anlasın istedim...
Delikanlı bir kadının erkeği olmak istedim,
Hani,
Koy yüz erkeğin içine
Kızoğlan kız çıkanından...
Sokakta biri laf attığında,
Çantayı kafasına geçireninden olsun istedim.
Şöyle gözüpek bir kadın.
Kadınsı bir kadın istedim,
Delikanlılık kalbinde olsun ama...
Kendisi çok afilli bir kadın olsun istedim,
Albenisi yüksek bir kadın yani,
Çok bakımlı,
Vücuduna saygısı olan,
Kendine özen gösteren
bir kadının erkeği olmak istedim,
Bir gören ,
Gördüğü anda şöyle yamulup kalsın yani..
işte öyle bir kadın olsun İstedim,
Kıskançlıkta yapabilirim bu durumda tabi ki,
İşte bunu da hoş görecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Bana şiriler, öyküler yazdıracak kadar
Ruhumda fırtınalar koparacak,
Şiirlerimi ezberleyecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Sinirli olduğumda üstüme gelmeyecek,
Ama sonradan canıma okuyacak
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben kendi falına baktırmak için
Elinde fincanla dolaşan değil,
Benim kahve falıma bakacak,
Falımda bana bir kadın çıkarıp
Sonra da...
"Kim bu kadın bakayım" diye
Şakadan hesap soracak
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Kapris yapmayanı olurmu demeyin,
Ben vallahi kapris yapmayacak
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben,
Kanaatkar, tok gözlü, bir kadının
Erkeği olmak istedim,
Öyle bana,
"Ayşe hanımın kocası ne almış biliyormusun"
Demeyecek bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben zenginliğide tatmış
Ama günü geldiğinde bütün o serveti
Elinin tersi ile itmiş,
Gerçekten soğan ekmek yenecek günlerde de
Bana destek olabilecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Ben derdimi anlatmak istemediğimde
Beni deşebilecek...
Ama bunu,
Beni sıkmadan yapabilecek bir kadının
Erkeği olmak istedim.
Ben,
Onurum için mesela,
Rütbe ve makamlarımı terk etmek istediğimde,
"Ama biz ne olacağız, nasıl geçineceğiz" demeyen,
"Aslanım benim seninle gurur duyuyorum"
Diyebilecek bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben bir eşi, ya da sevgiliyi
Sadece geleceğinin garantisi,
Huzur ve güvenin timsali olarak görmeyen,
Aşkın kıymetini bilen bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben,
Kural tanımayan,
Toplum kurallarının aşkı zehirlediğini bilen..
Aşkı için hani tahtını da bırakabilecek,
Her şeyi ve herkesi,
Elinin tersi ile itebilecek
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben cilveli, işveli bir kadının
Erkeği olmak istedim,
Sokakta ve bir mecliste tam bir hanımefendi,
Geceleri ise...
Koynumda bir yosma olabilecek
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben,
Sır tutabilecek bir kadının,
Ben,
Halden anlayacak bir kadının
Erkeği olmak istedim...
Şefkatli olsun istedim ben o kadını,
Yeri geldiğinde anne gibi olabilecek,
Mesela,
Ben uyurken üstümü örtecek bir kadın olsun istedim,
ve örtüp gitmesin hemen,
Birde uykumda yanağımdan öpsün istedim..
Ben,
Bir söylüyorsam sevdiğimi,
İki defa söyleyen olsun istedim.
Durup durup sarılan,
Yanağımdan makas alan bir kadın istedim.
Ben yıldızları birlikte seyredebileceğim...
Dizine yatabileceğim
ve o sırada saçımı okşayacak
Bir kadının erkeği olmak istedim
Ben sofrada mum yakabilecek,
Şarkımız çaldığında
Gözümün içine bakıp gülümseyecek,
Yatmadan önce her gece
Beni dansa kaldırabilecek
Bir kadının erkeği olmak istedim.
Ben böyle istedim işte dostlar
Ben de böyleyim,
Var biliyorum...
Siz ne olur
Yerini söyleyin....
MUZAFFER ALPER
Can Yücel - ErKeK DeDiĞiN BöYLe OLur .!!
ERKEK DEDİĞİN ...
Seni Elinin Tersiyle değil Avucunun İçiyle Kavrayacak.
Bileceksin Ki Emin Ellerdeyim,
Başkası Tutamaz Elimi Böyle.
Rahat Olacaksın Yanında,
Çok Konuşmayacak, Beynini Didiklemeyecek.
İnce Olacak; Seni Senin Kadar Düşünecek.
Erkek Dediğin, Sen Onu Merak Ettiğinde
Kendisine Hesap Soruluyor Havalarına Girmeyecek.
Senin İnceliğine Karşı Umursamaz Sözler Sarf Etmeyecek.
Erkek Dediğin, Kadının Sinirini Bozmayacak,
Cinlerini Tepesine Çıkarmayacak, Sanki Sen Onun İçin Varmışsın
Her Ne Zaman İstese Emrine Amadeymişsin, O Ne Yaparsa Yapsın
Her İstediğinde Yanında Elinin Altında Olacakmışsın Tiplerine Girmeyecek.
Erkek Dediğin, Sen Ona Sevgini Hissettirdiğinde,
Sen Ona Kayıtsız Şartsız Asıkmışsın Gibi Havalara Girmeyecek.
Erkek Dediğin İlgi Gördüğünde İlgiyle,
Sevgi Gördüğünde Sevgiyle Karşılık Verecek.
Erkek Dediğin, Sen Onun İçin Kendine Baktığında,
Sırf Ona Daha Güzel Görünmek İçin Giyinip Kuşandığında
Hiçbir Şey Olmamış Gibi Davranmayacak.
Erkek Dediğin, Ruhunu Okşamasını Bilecek.
Romantik Olacak Kimi Gün Habersizce Kucağında
Çiçeklerle Çıkıp Gelecek.
Özel Günleri Unutmayı Marifet Sanmayacak.
Erkek Dediğin, Kayıtsız Olmayacak Senin Bütün Zarafetine Karşı.
Gerçekten Seven Bir Kadın Sevgi Ve İlgi Bekler,
Erkeğine Verdiği Aşkın Karşılığında Küçük Bir Tatlı Söz,
Kısa Bir Mesaj, Bir Çağrı Bile Onu Mutlu Edebilir.
Erkek Dediğin Bütün Bunları Cebinden Para Harcıyormuş Gibi
Cimrilikle Yapmayacak.
Erkek Dediğin, Ben Aranmayı, Çok Aramayı Sevmem Demeyecek.
Erkek Dediğin, Her Şey Kendi İstediği Gibi Olsun İstemeyecek.
Sadece Kendi Caninin İstemesine Bağlamayacak Her Şeyi.
Erkek Dediğinin, Hissettiğiyle Yaptığı Şey Arasında Uçurum Olmayacak.
Erkek Dediğin, Cesur Olacak Cesur.
Seni Seviyorum Derken Korkmayacak,
Başka Şeylerin Arkasına Gizlenmeyecek.
Seviyorum Deyip Bir Sonraki Perdede Kaçmayacak,
Özlüyorum Diyorsa Gelecek, Kaybetmek İstemiyorum Diyorsa Kaybetmeyecek.
Erkek Dediğin Aşkına Sahip Çıkacak.
Korkak Olmaz Erkek Dediğin.
Erkek Dediğin İyi Sevişecek. Koyun Gibi Yatmayacak,
Bir An Önce Su İs Bitse Demeyecek.
Aşksız Yatmayacak Yatağa Ve
Sen Bunu Bileceksin.
Bir Baba Şefkatiyle Seni Alnından Öptüğünde Bileceksin Ki
Sevgisi Geçici Ve Zayıf Değildir.
Erkek Dediğin, Ve Sevgiyle Öptüğünde
Dudaklarından Bileceksin Ki Opusun Tek Sebebi Şehvet Değildir.
Erkek Dediğin Aldatmayacak. Aldatmak Basitliktir.
Seviyorum Diyorsa Aldatmaz Erkek Dediğin.
Aldatıyorsa Sevmiyor Demektir.
Erkek Dediğin Yakışıklı Olacak, Çekici Olacak Ama
Bundan Çok Daha Öte Bir Şey...
Erkek Dediğin, Zeki Olacak. Kadının Küçük Yalanlara,
Bahanelere İnanmayacağını, Kendisini Kendi Gibi Tanıdığını Bilecek.
Kadının Zekasını Küçümsemeyecek Kadar Zeki Olacak.
Zeki Olacak, Seni Bir Hamur Gibi Karmasını Bilecek, O Hamura Kendisini Katmasınıda.
Erkek Dediğin, Değerlerini Bir Anlık Hevesler Uğruna Satmayacak.
Namussuzluğunu, Ahlaksızlığını Ancak Ve Ancak Seninle Yataktayken
Kullanacak.
Yan Gözle Hatun Kesmeyecek, Üstüne Sevgili Edinmeyecek.
Erkek Dediğin Önce Sevecek. Kendini Sevmeyen Erkekten
Kimseye Hayır Gelmez.
Bir Bakarsın Ki Yıllar Sonra Bu Adamla
Ne Yatağa Sığıyorsun, Ne Toprağa...
Koluna Girip Gezmesini Bileceksin Gururla Koynuna Alıp Sevişmesini De.
Erkek Dediğin, Babalığını Da Bilecek, Ana-Babaya Hürmet Etmeyi,
Kadir Kıymet Bilmeyi, Vefakarlığı, Fedakarlığı. ..
Erkek Dediğin Seni Koruyacak,Kuşatacak .
O Nerede Olursa Olsun Seni Koruyacağını Bileceksin.
Pısırık Olmayacak Erkek Dediğin.
Erkek Dediğin Erkek Olacak Güzelim.
Seni Sadece Sen Olduğun İçin Sevecek.
Parayla Pulla, Kariyerle, Güçle, Kimin Ne Dediğiyle Hareket Etmeyecek.
Hem Sevgilin, Hem Arkadasın Olacak
CAN YÜCEL
Seni Elinin Tersiyle değil Avucunun İçiyle Kavrayacak.
Bileceksin Ki Emin Ellerdeyim,
Başkası Tutamaz Elimi Böyle.
Rahat Olacaksın Yanında,
Çok Konuşmayacak, Beynini Didiklemeyecek.
İnce Olacak; Seni Senin Kadar Düşünecek.
Erkek Dediğin, Sen Onu Merak Ettiğinde
Kendisine Hesap Soruluyor Havalarına Girmeyecek.
Senin İnceliğine Karşı Umursamaz Sözler Sarf Etmeyecek.
Erkek Dediğin, Kadının Sinirini Bozmayacak,
Cinlerini Tepesine Çıkarmayacak, Sanki Sen Onun İçin Varmışsın
Her Ne Zaman İstese Emrine Amadeymişsin, O Ne Yaparsa Yapsın
Her İstediğinde Yanında Elinin Altında Olacakmışsın Tiplerine Girmeyecek.
Erkek Dediğin, Sen Ona Sevgini Hissettirdiğinde,
Sen Ona Kayıtsız Şartsız Asıkmışsın Gibi Havalara Girmeyecek.
Erkek Dediğin İlgi Gördüğünde İlgiyle,
Sevgi Gördüğünde Sevgiyle Karşılık Verecek.
Erkek Dediğin, Sen Onun İçin Kendine Baktığında,
Sırf Ona Daha Güzel Görünmek İçin Giyinip Kuşandığında
Hiçbir Şey Olmamış Gibi Davranmayacak.
Erkek Dediğin, Ruhunu Okşamasını Bilecek.
Romantik Olacak Kimi Gün Habersizce Kucağında
Çiçeklerle Çıkıp Gelecek.
Özel Günleri Unutmayı Marifet Sanmayacak.
Erkek Dediğin, Kayıtsız Olmayacak Senin Bütün Zarafetine Karşı.
Gerçekten Seven Bir Kadın Sevgi Ve İlgi Bekler,
Erkeğine Verdiği Aşkın Karşılığında Küçük Bir Tatlı Söz,
Kısa Bir Mesaj, Bir Çağrı Bile Onu Mutlu Edebilir.
Erkek Dediğin Bütün Bunları Cebinden Para Harcıyormuş Gibi
Cimrilikle Yapmayacak.
Erkek Dediğin, Ben Aranmayı, Çok Aramayı Sevmem Demeyecek.
Erkek Dediğin, Her Şey Kendi İstediği Gibi Olsun İstemeyecek.
Sadece Kendi Caninin İstemesine Bağlamayacak Her Şeyi.
Erkek Dediğinin, Hissettiğiyle Yaptığı Şey Arasında Uçurum Olmayacak.
Erkek Dediğin, Cesur Olacak Cesur.
Seni Seviyorum Derken Korkmayacak,
Başka Şeylerin Arkasına Gizlenmeyecek.
Seviyorum Deyip Bir Sonraki Perdede Kaçmayacak,
Özlüyorum Diyorsa Gelecek, Kaybetmek İstemiyorum Diyorsa Kaybetmeyecek.
Erkek Dediğin Aşkına Sahip Çıkacak.
Korkak Olmaz Erkek Dediğin.
Erkek Dediğin İyi Sevişecek. Koyun Gibi Yatmayacak,
Bir An Önce Su İs Bitse Demeyecek.
Aşksız Yatmayacak Yatağa Ve
Sen Bunu Bileceksin.
Bir Baba Şefkatiyle Seni Alnından Öptüğünde Bileceksin Ki
Sevgisi Geçici Ve Zayıf Değildir.
Erkek Dediğin, Ve Sevgiyle Öptüğünde
Dudaklarından Bileceksin Ki Opusun Tek Sebebi Şehvet Değildir.
Erkek Dediğin Aldatmayacak. Aldatmak Basitliktir.
Seviyorum Diyorsa Aldatmaz Erkek Dediğin.
Aldatıyorsa Sevmiyor Demektir.
Erkek Dediğin Yakışıklı Olacak, Çekici Olacak Ama
Bundan Çok Daha Öte Bir Şey...
Erkek Dediğin, Zeki Olacak. Kadının Küçük Yalanlara,
Bahanelere İnanmayacağını, Kendisini Kendi Gibi Tanıdığını Bilecek.
Kadının Zekasını Küçümsemeyecek Kadar Zeki Olacak.
Zeki Olacak, Seni Bir Hamur Gibi Karmasını Bilecek, O Hamura Kendisini Katmasınıda.
Erkek Dediğin, Değerlerini Bir Anlık Hevesler Uğruna Satmayacak.
Namussuzluğunu, Ahlaksızlığını Ancak Ve Ancak Seninle Yataktayken
Kullanacak.
Yan Gözle Hatun Kesmeyecek, Üstüne Sevgili Edinmeyecek.
Erkek Dediğin Önce Sevecek. Kendini Sevmeyen Erkekten
Kimseye Hayır Gelmez.
Bir Bakarsın Ki Yıllar Sonra Bu Adamla
Ne Yatağa Sığıyorsun, Ne Toprağa...
Koluna Girip Gezmesini Bileceksin Gururla Koynuna Alıp Sevişmesini De.
Erkek Dediğin, Babalığını Da Bilecek, Ana-Babaya Hürmet Etmeyi,
Kadir Kıymet Bilmeyi, Vefakarlığı, Fedakarlığı. ..
Erkek Dediğin Seni Koruyacak,Kuşatacak .
O Nerede Olursa Olsun Seni Koruyacağını Bileceksin.
Pısırık Olmayacak Erkek Dediğin.
Erkek Dediğin Erkek Olacak Güzelim.
Seni Sadece Sen Olduğun İçin Sevecek.
Parayla Pulla, Kariyerle, Güçle, Kimin Ne Dediğiyle Hareket Etmeyecek.
Hem Sevgilin, Hem Arkadasın Olacak
CAN YÜCEL
----> KaDıN DeDiĞiN....
Kadın dediğin güzel olacak arkadaş. Şöyle savurdu mu eteğini, ruhun rüzgarına kayacak. Bacakların, ayakların, bilekten bağlı ayakkabıya tutunan parmakların, seyrine doyamayacaksın. Bakımlı olacak kadın dediğin.
Saçları ipek , topukları pembe, boynu ince, salındı mı kuğu gibi zarif olacak ve zarifliğinin ortasında bir hanımefendi barındıracak. Güzel olacak ama kaşı, gözü, bacağı, iki meme ucundan önce, sözü doğru, ruhu aydınlık olacak, güzelliği komple olacak. Korkmayacaksın gecenin bir vakti sol cenapta yüzünü gördüğünde. Yeni bir kabus gibi yaşamayacaksın gerçeği de. Güzel olacak ama, aklını evde tutacak kadar da akıllı.... Seni elinin tersiyle değil, avucunun içiyle kavrayacak...
Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz beni böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek küçük kurtçuklarla. Sıradan ve kabullenir yaşamanın ne demek olduğunu sindirmiş olacak içine. Asla şatafat düşkünü olmayacak. Doğum günlerinde bir sıcacık öpücüğün yerini, tek taş bir De Beears'ın alamayacağını algılayacak kadar doygun olacak. Hatırlaman yetecek özel günleri, pahalı bir hediyeyle savuşturmadan.
Sadeliğin içinde farkedilir olabilmeyi, gösterişli kıyafetle bir tutmayacak. Duruşu, oturuşu, yürüyüşü abartılı değil, basit hiç değil, sadelikten oluşacak. Kendini süs bebeği gibi ortaya atıp, fingirdeşmeyecek başkalarıyla. Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel olaylardan haberi olacak. Bizi kim yönetir, nasıl yönetir, demokrasi, monarşi, oligarşi nedir bilecek, saf hatun numarasıyla cahilliğini güzelliğiyle örtmeye yeltenmeyecek. Gezip, eğlenmesini bildiği kadar, pazar parasını kozmetiğe yatırmaması gerektiğini, domatesin, ekmeğin, soğanın, kıymanın kaç para olduğunu bilecek. Cak cak telefonda konuşup, niye böyle fatura geldi hayret tribine girmeyecek. Eşini dostunu kollayacak ama içi vıcık vıcık dedikodu yumağının içinde kaybolmayacak.
Marka düşkünü, moda düşkünü olmayacak kesinlikle...Takip edecek ancak yakışanı seçecek. Sökük, paça boyu, fermuar dikmeyi bilecek, herseferinde terzi aranmayacak pırnık pırnık. Elinden her iş gelecek. Marifetlerini sadece seni elde ederken değil, seni elde tutarken de gösterecek ve tüm bunlar içinden gelecek içinden, göstermelik olmayacak.
Adamın siniri bozmayacak, tepesini attırmayacak, cinleri başına toplamayacak, körolası dilini gerektiğinde yutacak... Çarşı pazar görmesini, sana don kilot almasını, gömlek ayakkabı numaranı bilecek... ve zevki seni giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildiği gibi.
Orada burada dedikodu yapmayacak, laf taşımayacak, ayıkla pirincin taşını durumlarına sokmayacak. Ortalık yerde kahkahalarıyla sebepsiz çınlamayacak. Dekoltenin dozunu kaçırmayacak ama sıkı sıkıya da kendini ambalajlamayacak. Açık saçık olan elbisesi değil, sana olan ilgisi olacak ve bunu gösterebilecek medeniyeti...
Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yanıbaşında ve huzurla... Öyle 'çağırdım, gelmedin, geç kaldın, aramadın, sormadın, kiminleydin, hesap ver' yapmayacak. Sana yüreğiyle güvenecek, inançlarıyla sokulacak. Bilmem kimin sözüne aldırmayacak, asla arkadaşlarının arkasından konuşmayacak, hele küfür hiç etmeyecek. Sınırını zorlamayacak , salya sümük ağlamayacak, kıytırık nedenlerden hır gür çıkarmayacak. Sözü dinlenir, anlaşılır olacak. Bir hatayı allayıp pullayıp abartmayacak.
Gömleklerini o ütüleyecek ve o gömleğe hangi pantolon yakışır bilecek. Ama hayatı giyim kuşam üstüne kurulmayacak. Uyum ve uyumsuzluk nedir bilecek. Bir kere, topuklu ayakkabıyla spor ayakkabının ayrımını yapabilecek arkadaş. Dağa çıkarken rugan ayakkabı giymeyecek. 'Of yoruldum, beni ara, beni al, beni bul, bunu isterim' değil, 'sence de uygunsa, yanındayım, ben gelirim, merak etme' olacak lügatında. Tereciye tere satmayacak yani. Hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek ve arkandan laf söyletmeyecek....
Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş. Koyun gibi yatmayacak, kımıl kımıl olacak yatakta. Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak. Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak. Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, herşeyini. Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak. En seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de. Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küsmeyecek, süründürmeyecek. Kadın dediğin ayıp nedir bilecek.
Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek. Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, her tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak. Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak...Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürsüz yemeklerle işi olmayacak. şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz. Salatasız oturmayacak yemeğe. Temiz olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri . Yahut pahalı parfümlerin sindiği, süslü püslü boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin. Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. Buram buram kadın kokacak kadın dediğin.
Kadın dediğin güzel olacak ama eli yüzü düzgünden çok öte birşey. Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek, o hamura kendini katmasını da... Paranın gücünü bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak.Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terketmeyecek. Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,üstüne sevgili edinmeyecek.
Sarışın, renkli gözlü, uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak. Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. Ağzı sıkı olacak kadın dediğin. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak...
Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından, dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, raf süslerinden, tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan, boş bakanlardan olmayacak.
Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. Komplekslerini güzelliğiyle örtmeye çalışmayacak. Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak.En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa... Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle. Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babaya hürmet etmeyi de...
Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle ,sınırlamayacak. Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... Bileceksin ki evde 'O' kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana...
Öyle bir kadın işte... Vardır vardııııııııır!..
Sende adam olacaksın seçmesini bileceksin!
Saçları ipek , topukları pembe, boynu ince, salındı mı kuğu gibi zarif olacak ve zarifliğinin ortasında bir hanımefendi barındıracak. Güzel olacak ama kaşı, gözü, bacağı, iki meme ucundan önce, sözü doğru, ruhu aydınlık olacak, güzelliği komple olacak. Korkmayacaksın gecenin bir vakti sol cenapta yüzünü gördüğünde. Yeni bir kabus gibi yaşamayacaksın gerçeği de. Güzel olacak ama, aklını evde tutacak kadar da akıllı.... Seni elinin tersiyle değil, avucunun içiyle kavrayacak...
Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz beni böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek küçük kurtçuklarla. Sıradan ve kabullenir yaşamanın ne demek olduğunu sindirmiş olacak içine. Asla şatafat düşkünü olmayacak. Doğum günlerinde bir sıcacık öpücüğün yerini, tek taş bir De Beears'ın alamayacağını algılayacak kadar doygun olacak. Hatırlaman yetecek özel günleri, pahalı bir hediyeyle savuşturmadan.
Sadeliğin içinde farkedilir olabilmeyi, gösterişli kıyafetle bir tutmayacak. Duruşu, oturuşu, yürüyüşü abartılı değil, basit hiç değil, sadelikten oluşacak. Kendini süs bebeği gibi ortaya atıp, fingirdeşmeyecek başkalarıyla. Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel olaylardan haberi olacak. Bizi kim yönetir, nasıl yönetir, demokrasi, monarşi, oligarşi nedir bilecek, saf hatun numarasıyla cahilliğini güzelliğiyle örtmeye yeltenmeyecek. Gezip, eğlenmesini bildiği kadar, pazar parasını kozmetiğe yatırmaması gerektiğini, domatesin, ekmeğin, soğanın, kıymanın kaç para olduğunu bilecek. Cak cak telefonda konuşup, niye böyle fatura geldi hayret tribine girmeyecek. Eşini dostunu kollayacak ama içi vıcık vıcık dedikodu yumağının içinde kaybolmayacak.
Marka düşkünü, moda düşkünü olmayacak kesinlikle...Takip edecek ancak yakışanı seçecek. Sökük, paça boyu, fermuar dikmeyi bilecek, herseferinde terzi aranmayacak pırnık pırnık. Elinden her iş gelecek. Marifetlerini sadece seni elde ederken değil, seni elde tutarken de gösterecek ve tüm bunlar içinden gelecek içinden, göstermelik olmayacak.
Adamın siniri bozmayacak, tepesini attırmayacak, cinleri başına toplamayacak, körolası dilini gerektiğinde yutacak... Çarşı pazar görmesini, sana don kilot almasını, gömlek ayakkabı numaranı bilecek... ve zevki seni giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildiği gibi.
Orada burada dedikodu yapmayacak, laf taşımayacak, ayıkla pirincin taşını durumlarına sokmayacak. Ortalık yerde kahkahalarıyla sebepsiz çınlamayacak. Dekoltenin dozunu kaçırmayacak ama sıkı sıkıya da kendini ambalajlamayacak. Açık saçık olan elbisesi değil, sana olan ilgisi olacak ve bunu gösterebilecek medeniyeti...
Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yanıbaşında ve huzurla... Öyle 'çağırdım, gelmedin, geç kaldın, aramadın, sormadın, kiminleydin, hesap ver' yapmayacak. Sana yüreğiyle güvenecek, inançlarıyla sokulacak. Bilmem kimin sözüne aldırmayacak, asla arkadaşlarının arkasından konuşmayacak, hele küfür hiç etmeyecek. Sınırını zorlamayacak , salya sümük ağlamayacak, kıytırık nedenlerden hır gür çıkarmayacak. Sözü dinlenir, anlaşılır olacak. Bir hatayı allayıp pullayıp abartmayacak.
Gömleklerini o ütüleyecek ve o gömleğe hangi pantolon yakışır bilecek. Ama hayatı giyim kuşam üstüne kurulmayacak. Uyum ve uyumsuzluk nedir bilecek. Bir kere, topuklu ayakkabıyla spor ayakkabının ayrımını yapabilecek arkadaş. Dağa çıkarken rugan ayakkabı giymeyecek. 'Of yoruldum, beni ara, beni al, beni bul, bunu isterim' değil, 'sence de uygunsa, yanındayım, ben gelirim, merak etme' olacak lügatında. Tereciye tere satmayacak yani. Hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek ve arkandan laf söyletmeyecek....
Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş. Koyun gibi yatmayacak, kımıl kımıl olacak yatakta. Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak. Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak. Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, herşeyini. Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak. En seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de. Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küsmeyecek, süründürmeyecek. Kadın dediğin ayıp nedir bilecek.
Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek. Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, her tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak. Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak...Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürsüz yemeklerle işi olmayacak. şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz. Salatasız oturmayacak yemeğe. Temiz olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri . Yahut pahalı parfümlerin sindiği, süslü püslü boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin. Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. Buram buram kadın kokacak kadın dediğin.
Kadın dediğin güzel olacak ama eli yüzü düzgünden çok öte birşey. Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek, o hamura kendini katmasını da... Paranın gücünü bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak.Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terketmeyecek. Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,üstüne sevgili edinmeyecek.
Sarışın, renkli gözlü, uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak. Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. Ağzı sıkı olacak kadın dediğin. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak...
Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından, dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, raf süslerinden, tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan, boş bakanlardan olmayacak.
Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. Komplekslerini güzelliğiyle örtmeye çalışmayacak. Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak.En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa... Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle. Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babaya hürmet etmeyi de...
Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle ,sınırlamayacak. Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... Bileceksin ki evde 'O' kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana...
Öyle bir kadın işte... Vardır vardııııııııır!..
Sende adam olacaksın seçmesini bileceksin!
->-> GÖREMEDİKLERİMİZ <--<--
Bir küçük çekirdek, içinde kocaman bir ağacı saklar aslında. En ince dal ve en ince yapraklarıyla, her bir çiçeği her bir meyvesiyle ağacın projesi, o çekirdeğin içindedir...
Çekirdeklerin en küçüğüdür atom çekirdeği. Ondan ise ağaçların en büyüğü çıkar ve bir kâinat olur. Çünkü bütün kâinatın projesi, santimetrenin yüz milyonda biri çapındaki atom çekirdeğinde saklıdır. Moleküller ve galaksiler onunla kurulur, volkanlar ve yıldızlar onunla tutuşur.
Dünya ve içindekiler onunla yapılır. Dağlar, denizler, çiçekler, kelebekler, canlı ve cansız varlıklar onunla yapılır. Hepsi aynı hesapla, hepsi ince bir hesapla kurulur...
Ne yazık ki bakmakla yetinebiliriz ama göremeyiz. Elbette böyle mucizevî bir küçüklüğe sahip olan atom çekirdeğini görmek için tasarlanmamıştır gözlerimiz...
Ama biz elimizde olan şeyleri de göremeyiz, çevremizde olup bitenleri de, çok basit bir olayın yaşanışından neticeler de çıkaramayız, kolay kolay mutlu da olamayız, hep bir mucize bekleri bizi olduğumuz dünyadan daha harika olanına götürecek...
Her sabah uyandığınızda nefes alabiliyor olmanız bir mucize değil midir? Öyle ya yeryüzünde milyonlarca, belki milyarlarca astım hastası olan insanla mukayese ederseniz. Sağlıklı olduğunuzu bilmek, sizi seven birilerinin varlığını bilmek, karnınızı doyurabilmek, gülümseyebilmek, yürüyebilmek, aklınıza her ne gelirse işte... Hep yaşadığımızı sanırız hatta çok zeki olduğumuzu yaşam hususunda, ancak bir seyirci edasıyla bakıp dururuz, ayrıntıları hiç görmeden..
Mucize beklemeyin. Varoluşunuzun bir mucize olduğunu düşünürseniz, aslında mucize denilen birçok şeyin elle tutulabilecek kadar yakınınızda olduğunu görürsünüz. Önce gülümsemeyi öğrenin, sonra gülümseyerek bakın yaşama ve yanı başınızdaki milyonlarca mucizeyi görün. Göremiyorsanız bir kez daha bakın. Gözleriniz minik ayrıntıları görmek için tasarlanmamış olsa bile, beyninizin bu amaca hizmet edebilecek oranda yüksek teknoloji ile dizayn edildiğini fark edin sadece.
Gözleriniz atom çekirdeğini göremeyebilir, ama elektron mikroskobu ile bakmanıza engel değildir...
SÖZÜN ÖZÜ: Mucizelerin gelip sizi bulmalarını bekleyerek yaşamınızı harcamak yerine, minik detayları görerek mucizeleri kendiniz yaratmayı deneyin. Kendi benliğinizi keşfederseniz şayet, yeryüzünde var olan bütün mucizelerin kendinizde saklı olduğunu göreceksiniz.
Nasıl ki, küçük bir çekirdek içinde koskocaman bir ağacı saklıyorsa, bazen minik bir gülümseme de içinde bir mucizeyi saklayabilir... Mucize SİZsiniz…
Necat Necdet Demircan
Çekirdeklerin en küçüğüdür atom çekirdeği. Ondan ise ağaçların en büyüğü çıkar ve bir kâinat olur. Çünkü bütün kâinatın projesi, santimetrenin yüz milyonda biri çapındaki atom çekirdeğinde saklıdır. Moleküller ve galaksiler onunla kurulur, volkanlar ve yıldızlar onunla tutuşur.
Dünya ve içindekiler onunla yapılır. Dağlar, denizler, çiçekler, kelebekler, canlı ve cansız varlıklar onunla yapılır. Hepsi aynı hesapla, hepsi ince bir hesapla kurulur...
Ne yazık ki bakmakla yetinebiliriz ama göremeyiz. Elbette böyle mucizevî bir küçüklüğe sahip olan atom çekirdeğini görmek için tasarlanmamıştır gözlerimiz...
Ama biz elimizde olan şeyleri de göremeyiz, çevremizde olup bitenleri de, çok basit bir olayın yaşanışından neticeler de çıkaramayız, kolay kolay mutlu da olamayız, hep bir mucize bekleri bizi olduğumuz dünyadan daha harika olanına götürecek...
Her sabah uyandığınızda nefes alabiliyor olmanız bir mucize değil midir? Öyle ya yeryüzünde milyonlarca, belki milyarlarca astım hastası olan insanla mukayese ederseniz. Sağlıklı olduğunuzu bilmek, sizi seven birilerinin varlığını bilmek, karnınızı doyurabilmek, gülümseyebilmek, yürüyebilmek, aklınıza her ne gelirse işte... Hep yaşadığımızı sanırız hatta çok zeki olduğumuzu yaşam hususunda, ancak bir seyirci edasıyla bakıp dururuz, ayrıntıları hiç görmeden..
Mucize beklemeyin. Varoluşunuzun bir mucize olduğunu düşünürseniz, aslında mucize denilen birçok şeyin elle tutulabilecek kadar yakınınızda olduğunu görürsünüz. Önce gülümsemeyi öğrenin, sonra gülümseyerek bakın yaşama ve yanı başınızdaki milyonlarca mucizeyi görün. Göremiyorsanız bir kez daha bakın. Gözleriniz minik ayrıntıları görmek için tasarlanmamış olsa bile, beyninizin bu amaca hizmet edebilecek oranda yüksek teknoloji ile dizayn edildiğini fark edin sadece.
Gözleriniz atom çekirdeğini göremeyebilir, ama elektron mikroskobu ile bakmanıza engel değildir...
SÖZÜN ÖZÜ: Mucizelerin gelip sizi bulmalarını bekleyerek yaşamınızı harcamak yerine, minik detayları görerek mucizeleri kendiniz yaratmayı deneyin. Kendi benliğinizi keşfederseniz şayet, yeryüzünde var olan bütün mucizelerin kendinizde saklı olduğunu göreceksiniz.
Nasıl ki, küçük bir çekirdek içinde koskocaman bir ağacı saklıyorsa, bazen minik bir gülümseme de içinde bir mucizeyi saklayabilir... Mucize SİZsiniz…
Necat Necdet Demircan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)